4 Ağustos 2009 Salı

İPİN UCU

Ata binmek gibidir hayat biraz ya da uçurtma uçurtmak gibi.Uçurtmanda uçmaya saygıyı öğrenirsin ve rüzgarı hissetmeyi.Ata binmek de aynı ..Atın seni, sen onu hissettin mi bir kez alabildiğine çoşku ... Bir haz meyvesi doğar kalbinizde .Sen ona ,o sana saygı duymayı öğrenirsiniz varlığın o ince çizgisinde .İkisinde de ,denge vardır en çok .Rüzgarı arkaya alarak bilgilerinizde ve hislerinizdedir ipin ucu.
Ahhh o dengede hayat ,dengede hayat.....

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Aşk Nedir ?

Aşk nedir diye soran olursa;

AŞK BİR ÇİZGİ OLABİLMEKTİR :KARANLIĞINDA KAYBOLUP YILDIZLARINDAN YOLUNU BULMAK ,KORKMADAN ,KARARLILIKLA YÜRÜMEKTİR. DAĞLARINA ÇIKARAK ONLARI EZMEK, ÇUKURLARINA DÜŞEREK ONLARI YÜKSELTMEKTİR.EVRENİN BİR GÖZE VURMASINA BAKARAK VAROLMAKTIR .

derim.

14 Temmuz 2009 Salı

12 Temmuz 2009 Pazar

ÇİZGİ


yaşamak istiyorum belli ki,
kırmızı elbisemi giymişim
yol önümde açık ...
ince bir çizgiyi kendime yol seçmişim....
rüya mı bu, hayat mı yaşadığım.?
tartsam kaç dakikamı alır
hem tanrıyı hem şeytanı görmüşüm
söylesem kim inanır ...
bir yol var....
bir yol var ;hem uzak, hem çok yakın....
içimde yürümüşüm....
ben o çizgide doğmuşum ,o çizgide ölmüşüm....
bir nokta bilmişim kendimi
bir çizgiyi taşımışım dengede tek başıma
tutulmamış bir çizginin ucunu
yollamışım çok uzaklara
ben o çizgide doğmuşum ,o çizgide ölmüşüm ....

11 Temmuz 2009 Cumartesi

GÖNÜL UÇURUP ÖNÜNDEKİ UFKA


Hüzünle umut arası,
yaşamla ölüm,
okuyordum kalbini perdesiz,sessiz....
dinliyordum kimsesiz....
yok olsan,kaybolsan,inkarcı olsan bile,
kaçamadın içimdeki çocuk gözlerimden...

çocuk yalansızdır ,gerçektir ve basit
ulaşamayacağın yerlere ulaşmıştır
ve bir tren kaçmıştır maziden
son bir çağrıydı ....
boşlukta bir çocuktu oturan bekleyecekti
gelmeyecek bir treni...


bürünüp bürünüp gelsen de bilirim ,gelmesen de,
kara kalpli çocuk,
şimdi git vakit varken
kaçamayacağın yerlerde ara
çocuk düşlerimizi ....

senle ben devrile devrile....
yumak gibi bir sevdaya sarılırdık...
sen beni ahlakdışı severdin ben seni kutsal...

yarım kalsa da ömrümüz bir haritanın yolcuyuz
şimdi git vakit varken
kaçamayacağın yerlerde ara
çocuk düşlerimizi......

7 Temmuz 2009 Salı

YENGEÇVARİ

Deniz öyle yakın ki korkunç kalabalığıyla
Dost yakamozları bile unutup
Koşuyorum yengeçler gibi kendime doğru
Kumun üstünde yazılarla ayak izlerim

Belki de ben ömrümde ilk defa bu gece şairim
Ne köy ne kent olurmuş yalnızlıktan öğrendim
Şimdi çiy kuşu * ötse de biliyorum gayri
Poyrazın ergeç kumları dümdüz edeceğini

Can Yücel

Can Yücel in en sevdiğim şiiri her okuduğunda farklı bir anlam bulduğun .....

BENİM YALNIZ ÜLKEM


Yaklaşık otuz yaşlarında eskiden çok eskiden kalma bir an çarptı ve ne olduğunu anlayamadığım uzun süre....İçimden bişey benden bağımsız konuşuyor sonra o içimden konuşan kendimle uzlaşmayı öğreniyordum.Sanki kendi kendimin öğrencisi gibi...Kalbim bana öğretiyor beynim ise uzun bir dirençten sonra ona teslim olmayı öğreniyordu . Bu süreç oldukça uzun sürdü... Kalbim ve beynim yer değiştiriyordu adeta....Ve o gün başlayan bir zaman bende durdu yani bedenim yaşlanmıyor hatta gençleşiyordu ... Farklı bir tazelik ve ışık bana kayıp bir zamanı hediye ediyordu...Zaman o öte kavram... Yaşam enerjisinin içinde an be an vareden sürekli bir akış...Anlıyordum ki ;zaman yaşamamayı affetmiyor yaşanmamış tüm o anları sana bir şekilde hediye ediyordu .. O sonsuz vericiydi ama bir yandan da tüm bunları verirken seni hiçe yürütüyordu ve kendini öğretiyordu kusursuzca....Bir insan nelere dayanıyor ve bir kalp ne kadar acıyı yükleniyor ,hüznünün ve umudun görkemini duyumsayarak öğretmek ne muthiş bir deneyim sözlerle anlatılamayacak kadar belki de....Hiçe yürümek hiç kolay olmadı. İçimde bir göçe çıkmıştım... Bu arada dışarda oluşan anlamlı ,anlamsız bazen saçma şeyler bir yerden sonra önemini yitiriyordu.Yalnızlığım ....İçinde nefes aldığım o sonsuz ülkem.....Beni koruyor ,kuşatıyor ...Uçsuz bucaksız rengarenk yalnızlığım ,o yıllardaki en yakın arkadaşım benim.Yaşadığım tüm o saçmalıkların en sonunda kaçışsız bir şekilde kendine döneceği şüphesiz ....İçimde yaşayan o mutlu yalnız ülkem olmasa belki başa çıkamazdım ...Herşeyin son durağı ,sonsuzluk kapısı kalbim . O bir dönüştürücü bunu çok iyi öğrendim geçen yıllar içinde..Bu dünyayı görmeye başladı mı sınırsız diyarlara açılır ve sezginin olağanüstü dünyasına geçer .... Gördüğüm şey her boyutuyla varolur içimde .....Kaçışsız ve kusursuz....Kalbimin bir karşılığını bulmak ,görmek ,tanımak ,onu keşfetmek ,ona karışmak ve onda yok olmak istiyordum ..... Sadece bu his varoluyordu içimde onu düşündüğüm de ....Bir hiç mesafesinde onunla yok olabilmek ....Bütün bunlar olurken onunla aramda tek gerçek beni sürekli reddetmesiydi... Aslında o bir yanını yok sayıyordu tıpkı benim gibi ....Ve esas yolculuğum o noktada başladı red olanın reddinden bir sorunun cevabını arıyordum onda .....Beynime bıraktığı soru işaretinin hesabını ona hiç sormadım ve sormayacağım da....Keşfettiklerim karşısında sonsuza dek susmayı seçmek istiyorum ....Bütün bunlar düşünmeyi bilen bir kalbin bilince çıkardıkları ve aklıyla hissetmeyi öğrenme çabasıyla yeni bir ben kurulması içinde . Ben dediğim de bu ben konuşur ,sustu mu bu ben susar, küstü mü bu ben küser...... Sevdi mi bu ben sever ....Anlatamadı mı bu ben anlatamaz .....Duymadı mı bu ben duyamaz ... Söyleyemedi mi bu ben söyleyemez ..... Gözü kulağı yoktur ki onun . Çok ağladı oysa olsun diye..... Ama öğrenebilir ......Kendini ifade etmesini .Kendi olduğunda yetmediğinde .... Belki de aşk hiçlikte uyanmak ise yaşam da varlıkta uyumak...Ve ben yaşlanmıyorum zaman elimden tutmuş beni çocukluğuma yürütüyor.........İçimden bir ses ise onunla uyu diyor......çocukluğunla ve düşlerinle ...... Kendinden başka kimse yok .....

30 Haziran 2009 Salı

Evrenin Yatışmaz Yapısı


'' Güzel söz ,güzel ağaç gibidir, ki sağlam köklüdür,dal ve yaprakları göktedir.Devamlı ,Allah'ın izniyle meyve vermektedir''
Son okuduğum Evrenin Yatışmaz Yapısı adlı kitap bu sonuç cümlesiyle bitiyor.Kitap Prof Hüseyin Hatemi nin çevirisiyle çözümsüz konulara tuttuğu ışıkla bu güne dek bana en yakın gelen düşünceleri savunuyor .Molla Sadra nın görüşleriyle Evrene baktığımız kapının ne kadarındayız çok iyi anlıyorsunuz okuyunca .....Eşsiz bir eser....

20 Haziran 2009 Cumartesi

UYAN Kİ UYUYAYIM

.... belki diyorum;aynasızlığın uzun yıllar süren yalnızlığı ve bunu bilmek duygusu olmasa boşlukta yankılanır mıydık ;ve boşlukta sesimiz duyulur muydu .... Başka türlü kendimiz olur muyduk ???Çoğul bir yalnızlıkta Öznesiz kalır mıydık ???
Boşluk olmadan yankı olmaz . Karanlık olmadan da ışık....Ve tüm kainatla aynı şarkıyı yakalamak bunlar olmadan mümkün olur muydu ???Sevgilim uykuda; ben hep karanlık, o hep boşluk ve ben çok ama çok uykusuzummmm........

SANA BİR SIR SÖYLEYECEĞİM YAKLAŞ....

19 Haziran 2009 Cuma

DENK/LEM

O beni sonsuzluğuma kavuşturur
ben onun sonsuzluğunu dünyaya....

7 Haziran 2009 Pazar

AYNA

biz ölümü birbirimizde gördük
yaşamın tohumlarını da...

adım kadar sevdim seni
senden duymak onu
konuşmasıydı bir rüyanın....

şeytandın bana ;büyük aşık
ve Tanrıydım aynı anda
Şeytandım bir yandan
Tanrıydın o an sen.....

biz ölümü birbirimizde gördük
yaşamın tohumlarını da....

senin aydınlığın ben de gece...
senin gecen aydınlık ben de....
sevmesem seni adım kadar
verir miydim adımı
gömer miydim karanlığa ,sana olan inancımı...

biz ölümü birbirimizde gördük
yaşamın tohumlarını da....

5 Haziran 2009 Cuma

ADIM GECE

kuzguni siyah yaban gülünden
gülünden
hiç sözü edilmemişten öte
adım gece
masalım bir kış uykusunda
rüya dediğin bir tutam demet siyahi
siyahi...
en korkusuzca okunan bir kitabın
bilinmezliğinde.....

adım gece
gece
bir tavşanın mor gibi davranması
kırmızı hayallerde....
sultanıyım siyahın
gözüne mil çekilmiş
beyazın sevdasında
sevdasında.....

yollarında üç küre
toplanmış üç ölüm
sonrası üç rüyadan ibaret...
saklıyorum aslımı
uzağımdan ...
beyazı ölüm gören ellerinden

devrilir ,çevrilir
döner boşlukta ateşten
gül topları....
düşenin elsizliğine iner adım....

duasıyım yağmurun
ıslanınca sicimlenen
sayıklama uykusunda
sırrı tutmakta değil
yaşamakta adım
kiminin beyazı bende gece
gece....
eğer bir yerde uzak ,
terk bir yerde
seslerden azat..
uykusuzluğa dalarsa başım
gölgemi tutup elinden taşır o zaman
bana nefes gibi gelen o bildik yalnızlığım....

içinden ötesinden geçtim
adım yoktu seslerinde
siyah bir güle gömmüştüm sesimi
hecelerim bölündü karanlıkta...
adım gece
içim ölümlere gebe ......

TOMURCUK


3 Haziran 2009 Çarşamba

SESSİZ

ellerim ıslanmış
gölgem önden yürümüş
aklım bin taneciğe bölünmüş
herbirini susturmuş içim....

RÜYA

Karanlıktan süzdüm kendimi
uyandırdım ışıkta
dalgın bir rüyada ......

DÜŞ/ÜN

pembe gülüydüm hayatın;özen ve incelikle...
sana bir kalemin ucuyla dokunurken
düş/ün ya;
konuşan karanlıksa...
düş/ün ya;
kalbinin sesiysem
varolan halimle...
düş/ün bana yoksun aslında demeden önce...
düş/ün şimdi ne kadar uzağız ya da yakın...

düş /ün ,düş/ün .....

düş/ün düş/ünmek fazlaca abartılmıştır ne de olsa bu insanlık ayininde....


gülpembe

26 Mayıs 2009 Salı

kimsesizdi
senin okyanusun,
bir tek balık yoktu.
balıkçılar
tek bir zerre için
beslerlerdi seni,
sen doymazdın
hiçbir zaman.

kimsesizdi
senin okyanusun,
açlığından yemiştin
tüm balıklarını.
1997 -İZMİR
istersen boşluğa damlayabilirsin
özgürsün
eğer istersen .....

1996-İZMİR
her
ben
sana
uzanan
bir ''çizgi''
oluyor
bazen
sevgilim.
sevgim
dejenere
olup
düşüyor
ayaklara.

İZMİR
sadece ve sadece
hani o eski zamanları
koynuna alıp hergece
çocuk gibi sarılıp sarılıp kaçıp gitmek
belki eski bir şarkı tadındakileri
çok ucuza eskiciden alıp
sattığımız eskiler için ağlamak...

1997 -İZMİR

ADIM GECE


kuzguni siyah bir yaban gülü

hiç sözü edilmemiş

adım gece

bir kış uykusunda masalım

rüya dedigin bir tutam siyah demet


korkusuz okunan bir kitabın içinde

adım gece...

Ya mor gibi davranır beyaz tavşanlar ya da kırmızı

sultanıyım siyahın

kör noktanın, beyazın...


yollarında üç top....

üç rüya ,üç gerçek

çevrilir çevrilir toplar yeniden

hep düşenin elinde kalır adım....


Yagmuruyum duanın sicimiyim ıslagın

Uykuda sayıklanan ....

bir sırrı saklamak da degil yaşamakta adım

uykusuzluk bir rüyada

uzun zamandır uykusuzum

seslerden uzak bir yerde

belki uyurum bir gün ben de....


yuvarlagın ortasından geçtim

işitilmedi adım .....

siyahi bir gülün içinde kaldı uykularım....

Yedi Beyaz Güvercin

Yedi asır önce
Derin bir vadiden
Yedi beyaz güvercin havalanır
Ve karlarla kaplı
Yüce bir dağın doruğuna doğru kanat çırparlar.
Kuşları temaşa eden yedi adamdan biri
'Ben yedinci güvercinin kanadında
Siyah bir nokta görüyorum.'
Der.
Bugün
O vadide yaşayan insanlar
Evvel zaman içinde
Karlarla kaplı
Bir dağın doruğuna doğru havalanan
Yedi siyah güvercini
Anlatıp dururlar.

halil cibran

Marek Brzozowski






SEN VE BEN

Dostum,
Sen ve ben
Hayata hep yaban kalacağız.
Birimiz diğerine
Ve her birimiz kendisine.
Senin konuşacağın
Ve benim seni dinleyeceğim güne değin.
Sesini sesim sanarak.
Ve karşında durduğum güne değin.
Bir aynanın karşısında duruyormuşcasına.

HALİL CİBRAN

13 Mayıs 2009 Çarşamba

3 Mayıs 2009 Pazar

26 Nisan 2009 Pazar

SAKLI

Açıldı kitap okundu içimize
Sağır ve kör olduk biz
Bir kapıda karşılaşmak var
Duymam dinlemem kimseyi
Nerden bileceksiniz ben azaldıkça o çoğalır
Ben onun o benim kaderimi yaşarken....

Doğmamış bir oğlan ağlar...
Henüz doğmamış bir diyarda
Gölgesi gösterip kaçar
Heryeri yaşayan bu semada...

Dinlemem kimseyi ,beni kendi halime bırakın
Dengede bir yerlerde kaderimiz yazıyor...

24 Nisan 2009 Cuma

SİMURG



Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg ( Zümrüd-ü Anka ya da batıda bilinen adıyla Phoenix ), Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş.Bu kuşun özelliği gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesidir.....

Kuşlar Simurg'a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg'u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler.
Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg'un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg'un var
olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg'un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.Ancak Simurg'un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı'nın tepesindeymiş. Oraya varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, hepsi birbirinden çetin yedi vadi... İstek, aşk, marifet, istisna, tevhid, hayret ve yokluk vadileri...
Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Yorulanlar ve düşenler olmuş...

"Aşk denizi"nden geçmişler önce...". "Ayrılık vadisi"nden uçmuşlar...". "Hırs ovası"nı aşıp, "kıskançlık gölü"ne sapmışlar... Kuşların kimi "Aşk denizi"ne dalmış, kimi "Ayrılık vadisi"nde kopmuş sürüden... Kimi hırslanıp düşmüş ovaya, kimi kıskanıp batmış göle...

Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp;
Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş (oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış);
Kartal, yükseklerdeki krallığını bırakamamış;
Baykuş yıkıntılarını özlemiş;
Balıkçıl kuşu bataklığını.

Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi "şaşkınlık" ve sonuncusu Yedinci Vadi "yokoluş"ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş... Kaf Dağı'na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.

Sonunda sırrı, sözcükler çözmüş: Farsça "si", "otuz" demektir... murg" ise "kuş"...
Simurg'un yuvasını bulunca ögrenmişler ki; "Simurg - otuz kuş" demekmiş.Onların hepsi Simurg'muş. Her biri de Simurg'muş. 30 kuş, anlar ki, aradıkları sultan, kendileridir ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuk
.

(ALINTI YAZI)


IKARUS


Özgürlük ve öğrenme tutkusu, tarihler boyunca hep eşdeğer görülmüş… Yunan mitolojisinde buna dair sayısız hikaye vardır. En çarpıcı olanı ise İkarus’unkidir.
İkarus’un babası Daidalos bilge bir mimardır. Sürgüne gönderildiği Girit Adası’nda Kral Minos’un yanında çalışmaya başlar. Onun isteği üzerine insan başlı, boğa bedenli bir canavar olan Minotauras’ın bir daha çıkmamacasına içine kapatılacağı Labirent’i inşa eder. Ancak bir süre sonra
kral Minos’un emri ile, Labirentin gizini Theseus ve Ariadne’ye öğrettiği gerekçesi ile oğlu İkarus’la birlikte kendisi Labirent’e hapsedilir.
Daha çok özgürleşmek!
Daidalos, yaratıcı aklıyla, buradan çıkmanın yollarını arar. Ve kendisi ve oğlu için kanatlar yapar. Bu kanatları bal mumuyla bedenlerine, omuz başlarına
yapıştırır. Oğlu İkarus’a ne çok alçaktan, ne de yüksekten uçmamasını, özellikle de güneş ışınlarına yaklaşmamasını tembih eder.
Fakat İkarus takma kanatları ile bir kez havalandıktan sonra, aydınlığı, güneş ışınlarını ve bunların ardındaki hakikati biraz daha yakından görmek, öğrenmek ve daha çok özgürleşmek düşüne kapılır. Ancak, güneşe yaklaştıkça, takma kanatlarını bedenine yapıştıran bal mumları erimeye başlar.
Ve sonunda İkarus, Ege Denizi’nde yitip gider…
Özgürlük bedel ister.
Ikarus, düşmeyi göze alarak güneşe ulaşmaya çalışan cesur bir karakterdir. Tek eksiği, henüz hazır olmadan güneşe ulaşma çabasıdır..Ikarus olmak, özgür olmak ve ne olursa olsun hayallerinin peşinden gitmektir. Ama kontrolsüz öğrenme ve özgürlük tutkusu onun düşüşüne neden olur. Suyun içinde yavaş yavaş kaybolan kanatları bize, hiçbir şeyin tutsağı olmamayı hatırlatır. Özgürlüğün bile. Çünkü : “Işık uykulu gözlere yavaş yavaş verilir''
Kanatlar erise de ruh erimez asla ....

(ALINTI YAZI)

19 Nisan 2009 Pazar

:::::::YAĞMUR:::::::


Hayatlarımız yağmurdan önce ,yağmurdan sonra......
Yağmur o mucizevi akış ıpıslak ederken insanı ;benliğin ormanlarında serin bir su kokusu ,yaprak çıtırtısı ve toprağın bana dön çağrısıdır sonrası....Bir insan şarkısıdır ,düşündeki o sestir tüm damlalarıyla yağan.Bir dengenin ta kendisidir hava ısınmıştır bir kere ve yükselmiştir buhar olmuştur ... Ürkek usul usul bir yağmurdur yağan bir benlik korosudur.Herkesin şarkısıdır aslında ,düşlerin alın terinin yanılgılı hayatların teridir ,doğru yalan yanlış herşeydir yağmur.....Sadece duyanın dinlediği....
Yağmur tanelerinde dinmiş fırtınalar taşır,ürkek bakışlar herkesin içindeki sonsuz şarkıyı sonra....Bir notaya sığınırsın ve bilirsin ki o seninkidir.Zaten hep o ıslatır seni ....

17 Nisan 2009 Cuma

15 Nisan 2009 Çarşamba

8 Nisan 2009 Çarşamba

Hayatlarımız ikiye ayrılır ;yağmurdan önce ve yağmurdan sonra...

7 Nisan 2009 Salı

SONBAHARIM//KOYU SARI


SANKİ



Sanki hiç doğmamışım orda yaşamamışım ... Yıllar var açmamıştım kapısını.Devrilmiş gibi seneler sanki, benim üstüme değil, evin üstüne.
Herkes terkedeli çok olmuş ama ,doğduğum ev orası terk edesim yok o duvarları....
Geniş pencelerinde bir hayat yaşadığımız, çiçeklenirdi baharlarda dolup taşardı...Yaşam saçardık sanki heryere...Eski dolabın üstünde gençkızken yapıştırtığımız çıkartmalar duruyor hala.Kardeşim ve benim kutularımızı sakladığımız çekmeceler sapasağlam .Sonra o derin dolap, çocukluğumda gökgürültüsünden korkunca içine girdiğim..Üstüne yıllar değil ,bir hayat devrilmiş bu evin.Penceresinin denizliğine yürümüştüm tay tay bebekken.Aşağısı uçurum .Belki de hiç başlamadan bitecek bir hayattı benim ki .Yine komşu bahçesinin ağaçlarında asılı çocukluğumu gördüm. Merdiven korkulukları sonra,hep onlardan kayardım hiç yürümezdim inerken...
Eskilik ,köhnelik değil o evde bir yaşamın devrilmesinin darbeleri var .Paslanmaya başlamış balkon demirlerinde bir yaşamı taşımanın yorgunluğu var .
Karanlık gecelerde annem ve biz çocuklar hep beraber bağıra çağıra şarkılar söylerdik...Ne zaman canımız çekse muhallebi yapardı annem bize ve hep dilimi yakardım tahta kaşıkla tadarken.Üfleyerek yemeği bu evde öğrenmişim.Ve yine karanlıkta duvarda gölge oyunları oynamayı .... Anılarım çok net hafızada bir tarafım hep bu evde kalmış aslında....
Yalnız kalmış doğduğum ev kimsesiz kalmış hayatta.Daha çok şeyler anlatılır da gerek yok anlatmaya....

İNADINA


Çamsakızı ,çoban da onun armağanı
Sakızımdan çıkan falım
Leblebi tozu yutmuş gibi eskiler
Balonlarım bulut olmuş özgürleşince
Lili balonunu tut derken fırfırlı entarisiyle
Tutmaz bırakırdım inadına....

İnadına değil midir şiir inadına
Kaf dağına kaçmışsa da hayaller

Güneş lekesinden hayallerim oldu
Gözlerim ormanlara ait
Bir de ölümü tanımayan bir kalp
Herşey biter şiir bitmez

Bakış kuşlarından kaçarcasına
Kuytuda uçan balonumu bırakırken ufka
Ufuk sarı, yeşil, mavi buralarda
Koy gözünü masaya
Gözleri ormandan korkusuz ölümden
Bahset şiirden inadına...

SİYAH DANTEL ÜLKESİ



Bir zaman sonra bir gariplik bulaştı insan yürüyüşüne.Şaşırtıcı bir an çarptı sıradan günlerden birinde değil mi?Saklı hazinelerin yerini bilenlerdenim.Duymamıştım ,yaşamamıştım belki ama biliyordum. İlk kanı gördüm elbisemde karanlıktan damlamıştı.Huzursuzlaşmıştım.Aramızdaki anlaşma değişiyordu.Tıpkı hikayelerdeki gibi ,başakları savuran ,rüzgarı estiren kelimelerle başbaşa kalmıştım.Zaman izin vermiyor yürümemize önce bacaklarıma vurmuştu sözlerden fırlayan kamçılar..


Yavaş yavaş toprağa gömülmeye başladı bacaklarım .Bir köke dönüşüyorlardı.Seslere bıraktık kendimizi ben tekillere bırakıyordum aslında ,o çoğullara.Sesli harflerle yazılan kelimeler istiyordum sesli harfler olmadan kelimeler olmuyor biliyordum.Oysa harfler hep sessizdi.Gözlerim daha yeşil yerleri görüyordu.
Bilgi bilimin elinde sihirbaz olmuş harfler sessizleşmişti.Oysa ben sadece sesli harflerle konuşmayı biliyordum ve giderek sessizleştim.....
Bir zaman sonra boşlukta kaybolmayan şeyler olduğunu görüyordum ancak o boşluk hiç varolmadı....Yüksek sesli bir koroydum tek başıma boşlukta yankılana yankılana....Zamanla koro gidemeyenlerin şarkısını senfoniyle söyler olmuştu...
Ama ben seninle yürüyordum kendiceğim,seninle çocuk düşlerimden tanıdığım seninle .Kahretsin bütün ayrıntılar hafızamda .Bir deniz kenarına ürkekçe yaklaştığımda, karşıdan bana el salladığın kıyılarda....
İğneyle kazılan bir kuyu gibi dünyam.Bir siyah dantel ülkesi.Siyah ipek ve boşluk . Boynumda asılı kolyem yok artık . Renkleri kazıyarak tanıyan tırnaklarım var ellerimde.Ağlatamadım içimi uzun zamandır.Gitme gitme kendiceğim yollar çok tehlikeli.....

YASAK MEYVE DİYARINDAN BİR MEKTUP

Nereye?Sana diye başlayabilir bir mektup bilirsin.Sen içimdeki diye devam edebilir.Onca zamana karşı orada mısın?Sen oradasın, ben buradayım hala ,herzaman bilmeden bizi birbirimize bağlayan o,kör ip adlı zaman da burada.Sen pusular kur yine , anlarımı çal ,özgürlüğün güvenine sığın ....Yalnız olmazsın bu kez....Çünkü ben yükünü taşıdım şu zamanın .Bin yük demek kendin demek.... Kendimin rüzgarlarıyla çarpışmanın aynasıydın sen . Ve sen orda mısın hala kör aynam ? Bir ıssız soru geliyor aklıma soruyorum oradan görünüyor muyum???Senin şimşeklerin varsa da benim de dalgalarım vardı ve bir kör ada içimde yalnızlık.Neydi? Neydi farkı? Bir kör zaman bir kör aynada bir kör yalnızlık.....
Ve aklıma geldi soruyorum oradan görünüyor muyum aynam ???Oradan görünüyor muyum?

6 Nisan 2009 Pazartesi

ANILAR (HATIRAT)

Kendisi bir rüya....Tanımazdı düş ... Hatırlamazdı bir türlü....


O hep dışarda kimsesiz.....


Düş üç kere yıkanmış bu dünyanın suyunda... Red olanın reddinden bir soru sormuş dünyaya...Bakar aynasına çevirip başını........


MEKTUP



SÜRGÜN YANIMIZIN SONLANDIĞI KARA PARÇASI
Sır diye bir şeyin kalmadığı satırlardır mektuplar .Üstelik de öyle ortaya yazmaktan öte birşey.Bir tarafı vardır anlayan için.
Başlı başına sanattır mektuplardaki satırlar.Zamanın içinden geçilen kapılardır kendine ait mahremiyetiyle.Bilinmeyen bir mektup ise sanki sonsuzluktan postalanmış bir gerçekliktir . İyi okunmalı!
Mektup içtenliktir
samimiyetin son noktası bir sürgünlük durağı ,kendine ne kadar yakınsın ya da uzaksın sana en iyi anlatan öte dünyanın sesidir....
Mektup el yazısıyla ,sayfasıyla ,zarfıyla bir şeçkidir bir taraftan .İçine kendini koyuşun kapalı bir zarfıdır.Hele yoktan varolabiliyorsa aman dikkat ;o gücün taa kendisidir...
Zaman içinde azımsayan bunun farkında olamayan içinse bir insan masalıdır.....Bu haliyle gerçekleşen bir düş olamasa da ,dikkatle ve özenle bakılması gereken bir hakikat parçasıdır.
Mektup bir insandan bir insana uçabilen kaçak kelimeleri taşıyan bir kağıttan uçaktır...
Aslında hep aynı savaş içindir bir bilinç merdiveni için.Aşktan büyük bir şey yoktur ve o hiç bir şeye bilinçle bürünemez,ancak uçabilir konabilir ve dönüşebilir hakkı olan şeylere....
Bu sesin ele geçirdiği yerdir mektup satırları anlayana ,anlamayana...
Canlıdır mektuplar bir yer kaplarlar . Hayata dair oldukları için yaşamaktır istedikleri hayatta yer kaplamaktır kağıdı zarfı gibi.....Bir mahremiyetin sığınağıdır bir sağnağın ortasında.
Ve mektuplar sır saklayamaz gerçeği değiştiremez ve örtpast edemezler asla.....Anlaşılsalar da anlaşılmasalar da.....

5 Nisan 2009 Pazar

O ŞEY

Bazen birşeyler ararız da ,ne olduğunu tam olarak bilemeyiz.Adını koyamadığımız şeyler vardır ya da.Hani bazı anlar da hayatı kaçırırız fark edemeyiz. Bazı saatler hiç yetmez insana da,bazı dakikalar hemen bitsin isteriz de hiç bitmez.Farklı bir yer içimizdeki zaman.Tanrım dediğimiz o zamanı tuttuğumuzda (ki sanırım çok da yoktur insan hayatında )ise işte sadece o şeyle birlikteyizdir.İnsanlık yolculuğunun tutkusu hep o şey... Bulma ,bilme, yaratma,yeniyi bulma ,yeniden yaratma ,hiç sözü edilmemişi bulma v.s .Onca söz varken ,onca bilgi ,duygu bulunmuşken ki ;artık yığınlara dönüşmekte hızla herşey bize yeniden bulduran ,bildiren ,gösteren o şey....Anlarla yakalanan, an da yaşayan ve yaşama heryerden gülümseyen o şey.... O tutkulu ,arzulu yapan ,yıkan ve yeniden yapan yeniden yıkan ve yepyeniyi bulduran hep o şey....O şey tutar hayatta elimizden ve denir ki bazen;

SENİN GELİŞİN İÇİMDE KOŞAN ATLAR GİBİDİR
YAĞAN YAĞMURLAR ,ÇAKAN ŞİMŞEKLER GİBİDİR
DENİZİN SON DAMLASININ BULUTA BİNİŞİ GİBİDİR

ve der ki insan bazen;
SENİN GELİŞİN BİR BİLSEN BENİM GELİŞİM GİBİDİR.......

SARIL KENDİNE


Onunla aramdaki herşey, susmanın o dingin ve hareketli sınırlarında başladı.İlk kez ordularımı görüp, gözlerimi kapamaya başladığımdaki telaş ve o telaşın çoşkunluğunu izledim kendimde.Onun açtığı yollarda herbir yol sanki ,kopmuş bir parçanın canlanışı gibiydi.Ya al,ya öldür ezberinin tekrarlanışı gibi....İnsanoğlu bir yanıyla herşeye katlanıyor.... Ne büyük bir güç!!!
Şarkılar eski anıtları yıkıp yenilerini kuruyorken,boşluk sanki kendi anatomisinde bişey varediyorken, hacimler dört köşeye ya da bazen bir dairenin sonsuz spiraline tutuluyorken herşey uçuyordu.Evet herşey canlı bir şekilde uçuyordu...Bu düş izlenimlerinin harika yanıyla olağanüstü bir deneyim.İnce ve karmaşık yaşam kolayca sanatsal ve aklın sınırsızlığında karar verme özgürlüğüyle az rastlanır bi şekilde biçimleniyordu kendi kaderimizi yaşarken.
Eski Asya kentleri ..... Ya da suzinak makamından çalan bir zaman.... Başa dönmenin başdöndürücü zevki ...Her rüyanın yedi yılda çıkması ve kestiremediğim sonuçlar var aklımda..... O,hisseden aklımda ve düşünen kalbimde.....İnsanın kendisinin karşısına geçmesi o müthiş titreyen an.....Bir zaman çarpışması...Hızlı kan pompalanışı gibi bileklerime ;ölüm buysa sessiz değil!Sessizlik de ölüm değil yaşamın taa kendisi.Gölgede mermerden bir dünya,elimde yazgı kağıtları ve konuşulacak herşeyin sessiz sözcükleri, saygıyla başlarını eğiyorken ;güneşim gelsin sıcacık kollarıyla....

DÜŞ GÜCÜ

Mavi bir saydam dumanın yükselişi ,şehrin yanık isminden hızla kaçarcasına uzaklaşmak isteyişi .Şehirlerin ait oldukları ruhlarına gönülden bie ateş yakmak ,üstünden de atlamak bahar bayramları çoskusuyla .... Ölümlerininde de yazgılarında da farklı bir yazgı yoktur canlılar alemi için ,onlar isterler olmasını elbet ancak yoktur....Yağmurda hissedilen karanfil kokusu nasıl suyu bekliyorsa kokulanmak için ,her manolya kaçar temastan kokusunu kaybetmemek için .Gül cömertse kokusundan yana ya da akşam sefaları ,hanımelleri,yaseminler....Tümü yazgılarının doğasındandır.Kuşaktan kuşağa aktarılan inanışları ,hikayeleri vardır tüm çiçeklerin... Boşlukta asılı duran bahçelerinin özlemini taşır salınmaları...Ayaklarını bağlayan toprak,köklerinin kucağı toprak...Hangi tarihte tanıdıysan bir çiçeği, işte tam da, o tarihte yeniden yazıyordu tarihini.Ve hangi çicek senin biliyorsan, sen de yazarsın o tarihte o an....
Bir som altının üzerine düşerken aksi sadekarların elinde ve ruhundan veriyorken çiçek ya da bir çini de turkuaz bir lale oluyorken kızgın bir fırında iyice pişip ruhunu toprağa geçiriyorken,kendini bir damga gibi vuruyorken hayata sabah çiğinden başka kim daha iyi tanıyabilir ki bir çiceğin kendisini ... Kokusundan..Özen ve incelikten başka..Çiğ tanesi çiçeğin teninde bir andır...

.

DUYMAK VE GÖRMEK

İhsan Oktay ANAR ‘ın SUSKUNLAR romanı üzerine
Zamanın İstanbul üzerinde perdesini aralamaya başladığımızda ;İhsan Oktay Anar ın Suskunlar romanının ilk satır aralarında Yenikapı nın havasını koklamaya başladık demektir.Romanın bu satırlarında bile, bize hem çok yakın ,hem çok uzak,hem çok tanıdık,hem çok yabancı bir dünyayı ,şehirler şehri İstanbulu buluruz.İstanbulu tarihin gözleriyle görmeye başladığımız da ise; şehrin tasvirleri,karakterleri ve bilinmezliklerle yüklü dünyasının içine düşmüş buluruz kendimizi.Bilinmezliğe karşı duyduğumuz o sağlıklı merak duygusu ,romanın içine bizi çekmeye başladıkça adeta bir örgünün neticesi olarak kus ursuzca donatılmış karakterler ve olay dizisi eşliğinde romanda yol almaya başlarsınız.
Suskunlar eser olarak kültürümüzün temel yapısını oluşturan his ve duyumsayış kavramlarıyla son derece imgesel bir dünyayı bize sunmaktadır.Bilgi toplumunun ötesinde varolan bu his kültürü toplumumuzun kültür sanat hayatının merkezindeyken modernizimle birlikte uzun bir süre unutulmuştur.Yazar bize ,bu imgesel dünyanın kapılarını yeniden aralamaktadır.Romanın içinde yol almaya başladıkça, bu imgesel keşif bizleri, bilinmezlikle hakikat arasındaki sınırları ve bu sınırların içinde yaşayan kahramanları anlamaya yöneltir.Ustaca kurulmuş bu denklem okuru, mikro bir dünyanın dengeleriyle tanıştırarak makro bir bir hakikilik duygusunu hissettirir.Okurun bu hissetme serüvenini varetmek kuşkusuz bir yazar için son derece başarılı bir durumdur.Anar,bu romanında bu imgesel İstanbul atmosferi üzerinden okurunu hakikat duygusuyla tanıştırmayı başarmıştır.Özellikle musiki üzerinden anlattığı romanı, kültürümüzün sembolizmalarından olan ney, insan ve tanrı kavramlarının denklemiyle insanın kendini aşkı ve hakikatı kavrayışının son derece fantastik bir resmini işler gözlerimizin önüne.Anar ;bu sessizlik evrenin de insani olan pek çok kavramı karakterleri özelinde resmederken hiçbir iddia ve yargıda bulunmaksızın okurunun duyuşuna bırakır.Bize kurduğu bu kusursuz denklem romanı bitirip son sayfayı çevirdiğimiz de bile sadece bir his olarak kalır. Yazarın bu eserinin bir başyapıt olarak adlandırılmasında kuşkusuz bu yarattığı duygunun çok önemli bir payı vardır.Anar, duymak ve görmek kavramlarını öylesine özümseterek işlemiştir ki romanında, adeta okuruyla kendisi arasında bir ayna olmayı kurgulamıştır.Yazarın bize duyumsattığı bu evren ,bu şehir,bu aşk duygusu görme ve işitme sınırlarının dışına çıkarak sanki okuru bir üçüncü göz haline getirmektedir.
Okuruna bu kadar gizemli ve özel bir duygunun geçirilmesinde, yazarın kültürümüzün dil zenginliğini görkemli bir şekilde kullanmasının da çok büyük etkisi olduğunu söyleyebiliriz.İhsan Oktay Anar dilsiz bir dünyanın sesini bizlere dinleterek aşkın o ıssız evreninde karşılaşacağımız en gerçek şeyi bize sunmaktadır.Gerçeği anlatmanın o tek yolunun diliyle yazdığı Suskunlar romanı okurunu tekrar aynaya bakma ve hakikati ayna da arama gerçeğiyle buluşturur.Hayatın bir düş kadar hakiki ve düşlerin de hayat kadar sahici olduğu aşkın evreninde ,görmesini bilene sessizliğin de bir şeyler anlattığını bizlere söyleyen Suskunlar …

NOT:Susmak dilsiz bir dünyanın çığlığıdır. Dinlemesini bilene bir yalnızlık müziği.Susmak yazmakla kardeştir bazen ve gerçeği anlatmanın tek yoludur .. Tüm insanların sessizliğe saygıyı hatırlamaları ve hiç unutmamaları dileğiyle...

TAŞLAR

Marco polo ,tek tek her taşıyla bir köprüyü anlatıyor.
- Peki köprüyü taşıyan taş hangisi ?-diye sorar Kubilay Han
-Köprüyü taşıyan şu taş ya da bu taş değil ,taşların oluşturduğu kemerin kavisi - der Marco
Kubilay Han sessiz kalır bir süre düşünür .Sonra ekler :
-Neden taşları tek tek anlatıp duruyorsun bana ? Beni ilgilendiren tek şey var o da kemer.
-Marco cevap verir:-Taşlar yoksa kemer de yoktur.
Italo Calvino

ÖTEKİ GÖZ


Her fotoğrafta kayıp bir an vardır dedi bir ses.Yoldan geçen herhangi biri.Aslında öylesine kalabalık bir şehrin tüm uğultusunun içinde dalgın yürüyen birinin böyle bir cümleyi duyuvermesi biraz zordu.Başını kaldırıp baktığında zayıf,pes sesli siyahi birini gördü.Yanında yaşça ondan daha büyük ,tıknaz bir adama bu lafı ederken şahit olmuştu.Her fotoğrafta kayıp bir an ...Bu cümle aslında belki de uzun zamandır üzerinde çalıştığı ve henüz tamamlamadığı ,bir çalışmanın üzerine tam oturmuş gibi duruyordu.Zihninde yaptıklarının ,yapmadıklarını ,son notlarını düşünmeye çalıştı.Eğer her fotoğrafta kayıp bir an varsa onu yakalamalıydı çoktan...Çünkü bir kayıbı arıyordu.Bazen tuhafça aklımıza geliveren bir fikir ,bambaşka fikirlerin oluşumuna ve sonuçlarına yol açmıyor muydu ne de olsa. İşte dedi içinden bu noktayı yeniden düşünmeliyim .Bu işte o kayıp an nerede Dalgın yürürken tüm belgelerini yeniden aklından geçiriyor ,ölçüyor ,tartıyor bir kefeden öbür kefeye koyuyordu.Acaba o kadar uğraştığı ,aylarca araştırması süren tek bir ip ucu bile bulamadığı bu işte o kayıp an nerede?

Gürültülü bir yağmur başlamıştı. Adımlarını sıklaştırdı . Islak sokakları ,yol çalışmaları şantiyelerini sokak köpeklerini hızla geçip sokağına vardı .Aklında tek soru 'kayıp an nerde.'Pis çöp kutularını deviren kedileri ayağıyla dağıtıp boyaları çoktan dökülmüş apartmanının dış kapısına vardığında az kalsın birisiyle çarpışıyordu . Tam başını kaldırıp özür dilemek üzereyken şişman adam ' Karşına çıkacak göreceksin' diye söylene söylene sokağın ucunda gözden kayboldu ....O sokakların delisiydi giden arkasından gülümseyerek baktı bir süre.Merdivenleri çıkıp anahtarıyla kapısını açtı .Evine girdiğinde kafasında tüm bu düşündükleri ,en son da şu delinin sözleri vardı .Masa lambasını açıp deri çantasından dosyasını çıkarttı ,minik bir not defterini açıp üstü çizili notları tekrar okudu ,bir sigara yaktı ..Uzun süre dosyaya ve fotoğraflara öylece baktı .....
Şimdi aylardır uğraştığı, tek bir ip ucu bile bulamadığı fotoğraflara bir kez daha, kayıp anı görebilmek üzre bakıyordu.Gözleri adeta bir büyüteç ,elleri sanki az sonra ordan çıkıp aklında beliriverecek anı tutmak istercesine ürkek ve heyecanlıydı.Dosyayı çevirdikçe heyecanı daha da arttı her bir ayrıntıyı adeta mikroskopla görüyormuş gibi gözlerini bir açıp bir kısıyordu.Aradığı an bütün aramanın içinde hiç ses çıkartmadan orada sessizce gülümsüyordu sanki .Ama kararlıydı onu bulacaktı.Fotoğrafları tek tek taradı . Bazı ayrıntıları minik not defterine kaydetti gece saat iki buçuk oldu ve kayıp an hala kayıp ...

Bir çözüm bulmak çözüme ulaşmakla aynı şey değil muhakkak .Özellikle iz süren biri için.İzler gerçek hikayeler bırakırlar peşlerinde ve insanı gerçeğe götürecek yolu kurarlar mutlaka .Bütün bunları biliyordu en iyisinden ,en tecrübelisinden ama şu önündeki dosya hala çözümsüz duruyordu işte.Derin bir nefes aldı ve tekrar baktı deklanşörden peşpeşe çekilmiş yüzlerce fotoğrafa...ve gördü....Sadece son karede masadaki saatin yelkovanı yoktu....

HATIRAT



Ancak bir sayfadan koparılmış bir hüzün sesi
Bir kadının yazgısıyla düğümlenmiş nedense....

Uyanmanın kentinde zaman durmuş ...
Düşler gri mavi bir sır için yeniden açılmakta......

Ve o kapılardan sadece kıvılcım rengi düşler görenler geçti....
.
Yerde toprak kandan çiçekler açarkan ....
Hiçbir şey yokken önce düşler vardı....
Safir renginde sedef yüzünde hep aynı şarkıyı söyleyen bir kadın....

Kayıp kentin kadını ;rüzgarı içip göğü dinler, içinde o kentin anıları ....
Yedi kuşak ötede hala bir yerlerde yeni düşler doğarken .....
Mektuplar yarım ,taşta yazılar yarım ....

BULUT DEDİ


Bir garip mavinin
Bir garip şarkısını söylemişti içim
Notasından fırlayan tiz ses
Hiçbir yere değmeden kaldı ....

Balık ağları gibi boşluklara takıldı hayat
Tüketildi koca bir şehrin manzaraları
Bir elmanın tadındayken hayat
Yıkamadan yenebilmesinde saklı kaldı tadı....

Değirmende öğütüldü günler
Toz oldu uçtu ....


Üzülme dedi bulut
Kocaman ellerini uzatarak
Bir elmanın tadında hayat
ve yıkamadan yenebilmesinde tadı
Sen yabanisiydin kendinin
Al sana yeni bir hayat.......

4 Nisan 2009 Cumartesi

GÜN GÖRMEMİŞ GÜNLERDEN


Beyaz sabır su terazisi
Duvar düzmüş ,kummuş,çakılmış
ne yazar
Güz şarkısı çalıyor bak
Tüm kapılardan ürkerek giren
neşe bir tümsektir
inişiyle çıkışı olan

Bal kavanozundan çiçek çıktı
Yanlış girmiş rüyasından
Her yanlış giren gibi
Boşluğu kanatırsın farketmeden

Beyaz sabır su terazisi
Rüya görmüşler birlikte
İçinden kum çıkmış güneş görmeden
ne yazar

MASAL




kimbilir hangi parçasıydınız gökyüzünün
hüzünlü bir yeriydiniz belli ki
yeryüzünde kader denen bir yazgı var
bilir miydiniz?

mor bir dağın eteklerinde bir sis miydiniz bir zamanlar
bir kırçiçeğinin gözbebeğinden mi baktınız dünyaya
yeryüzünde çile var ,hesap var
bilir miydiniz?

yeşilin ,morun, turuncunun tonlarından bir hayat
sırtlanarak hüzünleri ağlayan bir çocuğun dudak bükümlerinde
yeryüzünde acı var ,savaş var ,ölüm var
bilir miydiniz?

bir kardeş bir kardeşin bakışıyla bölüyorsa hüznünü
yeryüzünde sevda diye ,yalan diye, masal diye bir şey var
bilir miydiniz?

2 Nisan 2009 Perşembe

DÜŞ İSTANBUL


Korkak kelimelerin dehlizlere kaçışıydı

ödü kopuyor.....

yetmiyor aklı yeniden görebilmeye

İstanbul büyüteçle bakıyor dünyaya ....


İstanbul en saçma düşüydü dünyanın gördüğü

Koynundaki kuşlar ölüydü

Boğazı korkudan yırtılan bir şehirdi

İstanbul dünyanın tam ortası kalbiydi


Çırpınan sularının üstünde bir geminin adıydı

İsminde bir unutuş ,hafızada bir kayıptı

Yoktu İstanbul hiçin varolan haliydi

Bir kıyımda kendi kendini kemiren bir kemirgendi

Kemikten iki köprüydü göğsünden geçilen...

Ve bin yıllık şarkıydı martılarının çığlığında

Bir kuyunun dibiydi gözleri

Kör edilmiş bir mahkumun adıyla anılan ....



İstanbul düşe uyanıyordu
gün ışığından iplerine tutunarak

Gökyüzüne bir gökkuşağı dokuyarak .......



31 Mart 2009 Salı

BAĞLAR

Bağlar Gülten Akın ın şiiri.....
Bağlar

Solmamıştık daha çağla zamanlardı
siz ikiniz gelirdiniz küçük kızlar
birinizin iri mavi komik bakışları
öteki sessiz edilgen

mavi, taklidini yapardı dünyanın
dönülmez yerlerden Ulvi Uraz esintisi
abla kabuğum içine
sığdıramadığım neşe
müzik odasında kaçak dakikalar
pencerede diz boyu çayırla
arka bahçe

o günlerden bu günlere
siz neyi taşıdınız
ben neyi taşıdım?

vardı bir şeyler elbette
o zaman da vardı
ama Afgan şehirleri
masal olmamıştı daha
Iraklı çocuklar, anneleri...
Irak kül, Irak yıkıntı
Ortadoğu yara dünya
Şimdi gündüz sanki yokmuş
atlayıp geçiyor gökyüzü
geceler düş düş düş
yuvarlağın bir yerinde
durmadan büyüyen kara leke.
Leke haşindir, bakanı incitir
yaralar göreni
körlüğü yarattı ilkin
o yüzden medya

o günlerden bu günlere
siz neyi taşıdınız
ben neyi taşıdım?

Ziverbey köşküne bitişik duran
bir evdi İstanbul
güllerle çığlıklar arasında
körmüşüm, kördüm ben o zaman
güneş dışımızdan geçip gidiyordu.

Sıcak yapı soğudu mu
ziyadesiyle soğur
ağız sımsıkı kapanır
göz artık göz değildir

o günlerden bu günlere
siz neyi taşıdınız
ben neyi taşıdım?

Çölden toz da yağdı
üstümüze sonunda
denizler çekildi, ırmaklar soldu
toprak çürüdü

siz neyi taşıdınız
ben neyi taşıdım?

yaşlı bir şairin gösterdiği uçlar
kilise müziği, siren sesli küçük oğlan
kır menekşeleri, Halep asması
kavaklar, zeytinler, rüzgâr
hindiba toplayan çingene kızı
puhu kuşu
ağır taşlardan geçirilen su
henüz duruyorken...

bende bir gülten kaldı
hangi bağa diksem yabancı

ÇIPLAK

Hep aynı fotoğrafta hatırlanacaksınız
Hikayenizde aynı kelimeler
Yüzünüzde hep aynı kırılgan çocuk
Bildiğiniz pişirdiğinize yetmeyecek


Hayatın dudakları konuşmayacak sizinle
İçinizdeki çığlığı duyan o çocuğu
tanımayacaksınız
Kendinizi ilan ederken bir kaçak çoşkusuyla
Ardından bakacaksınız ......

Ve bir ormanı içinize çekeceksiniz
Ah o orman bir yangın olmasaydı
Ama görmeyeceksiniz ardından
Çünkü yanarken şenlik burada
Yangın var diyen çocuk olmayacak orada
Derin yaranızda kanayacaksınız....
Hızlı ve sert bir kan.....
Ve her kabuk tutuşunuzda
İçinizden fışkıracak o çocuk
sizi okşamaya geldiğinde onu inkar ettiğinizi
anlayacak ağlayacaksınız....


Ve sırları size söylemeyecek olan o çocuk
Anlayacaksınız........

Siz sadece rüyalarınızı bildiniz
Bildikleriniz pişirdiklerinize yetmeyecek
Ve ağaçtan elleri olmayacak bir çocuğun
Keşke bilseydiniz gökyüzü kendiniz olabilseydiniz....
Anlayacaksınız......

Ve bir yara asla kapanmayacak
O çocuk deşecek içinizi...
Tüm yaşlı kelimeler toplanıp bir araya
Duaya duracaklar Tanrıya




Bilmeyeceksiniz
O ve Tanrı beraber ağlayacak
Görmeyeceksiniz......

Suspus olmuş kader çarkı
arkanızdan bakacak
Ve bir hayat daha isteyeceksiniz ......
Bilmeyeceksiniz........

Anadan doğma bir çıplağı bir daha görmeyeceksiniz....

DREAM


Sana;
Maskeli rüya diyarının belleğinden okuyorsunuz şu an .Tek bir ilmek atılarak sonsuz düğümler oluşturan bir yer burası . İçiçe renklerin geçtiği herbir noktanın kendi anlamını bildiği bir yer . Rüya diyorum canım, aslolanın görünen tüm acayipliklerin yeri uykuda kaçılan yerlerden ....Bir sürü ayın bir sürü güneşin olduğu bir yer görüyorum önce,taşları üstüste koyup bir kemeri oluşturabildiğin sonra da düşünüp taşların yerini değiştirdiğinde yenisini kurabildiğin ama bu kurulan yeninin kurulacak şeyin kendi olduğunu bildiği bir yer....Her değişiminin patlamalar şeklinde yayılan sessiz dalgaları ve hiç sesin bulunmadığı bir yer ama herşeyin anlamları konuşuyor içinden ....


Yeryüzü kentlerini ucuz Çin malları ,fuzuli kadın malzemeleri ,,çorap türünden lüzümsüz pazar malları basmış meğer burası bir sonsuzluk pazılı taa ki, doğru resmi kurana dek diyor içimden bir ses .Merdivenlerin inişlerinin çıkışlara çıktığı ,çıkışlarının da inişlere vardığı rengarenk bir diyar...Bir anahtarcı yok ya da kaybolmuş bir yer kalmadığını söyleyen bir düşle konuşmak düşün içinde...Yeryüzünde görünüşe dönüşen herşeyin bu oyun ülkesinde var olduğunu bilmek . Bir sonsuzluk hazinesini bulmak türünden bir sevinç kaplıyordu heryeri...



__ Sen bir rüyasın ondan kanatsızsın ,

diyen bir sandalcı beni karşı kıyıya çeken ...

__ Senin rüyansa gerçek ondan kanatları var bir rüya yeryüzünde ancak kanatlaarıyla uçar ;diyerek devam eden bir konuşma...

___Sen rüyanın rüyan senin gerçeğin tut şu kırmızı ipi diyen sandalcının yakalattığı kırmızı ip elimde .

Bir sürü ipler var çoğu siyah ve beyaz bazıları renkli .Kırmızı ipimi çekiyorum yukarıdan,bu arada birkaç bulut geçiyor bembeyaz üzerimden kırmızı ipimin korktuğunu anlıyorum ve içinden biliyor ki o;bu ipler daha fazlasını taşımayacak sessiz ve ağır çekmeye devam ediyorum ipi. Yoksa bir düşü tanır mıyız kan rengi olmasa ipimizi dünyada diyor ip bana ve kırmızı ipim vermek istiyor kendini hissederek konuşuyoruz tabii sessizce ve tekrar sandalcının sesini duyuyorum yine....

___Sen onun rüyasının gerçeğisin ,O senin gerçekleşen rüyan ....

Sonra öylece yattım gözlerim açık bir rüyaya......

DÜŞÜŞ



Dünya nın merkezinde bir zaman var derler;derler ya ,kimse bilmez ne gören var ne duyan.....Bu zamanlar da yaşarken biz dördümüz üstümüze sır yağarken gökten yağmurlar gibi ve biz ıslanıp düşten elbiselerimizle yola düştük...Yol uzun aydınlık ve belirsizdi.Biz dördümüz aslında üçümüz çünkü biri çalınmak istiyordu başka zaman çocuklarınca.Ölmeye giderken biz ,ki; aslında doğmaya; üçüncü çalınmışken ve onun adı firariyken tam da bu zamanda işte biz üçümüz ve firari aynadan bir yolda yürüyorken,dünyanın merkezinde parçalandı aynalar aynı anda bizde parçalanırken......
Ben , içimdeki firari ,firari ve içindeki ben ....Etimiz ,kemiğimiz ,kanımız ,gölgelerimiz ,tenimiz ,firarinin çatma kaşları ve benim nardan kalbim ve onun aynadan gözleri ve kanatlarımız ,kapkara kuyularımız saçımızın tutamları ve benim yosundan ışıklarım her birimiz aynanın parçalarının üzerine düştük.
Düştüğümüz yerde bir birine geçen karanlıklar ,ışıklar,kanatlarımız ,düşten elbiselerimizin ipek lifleri,nar taneleri,ayna parçaları ,kaşlar,kan ,et ,tırnak,içimizde okunmuş okunmamış ne varsa....... Onlar da düştü....
Öylesine düştük ki;Her parçamız canlıydı ve ilk ses ondan geldi....... Sen kalbimdesin unutma.....
Öylesine düştük ki ...... İzleniyorduk.....Kaderin kaleminin ucundan....






Kendi masalını kendine anlatmayan hayatı anlatmasa da olur ...Tek kitabımız odur ....