31 Mart 2009 Salı

BAĞLAR

Bağlar Gülten Akın ın şiiri.....
Bağlar

Solmamıştık daha çağla zamanlardı
siz ikiniz gelirdiniz küçük kızlar
birinizin iri mavi komik bakışları
öteki sessiz edilgen

mavi, taklidini yapardı dünyanın
dönülmez yerlerden Ulvi Uraz esintisi
abla kabuğum içine
sığdıramadığım neşe
müzik odasında kaçak dakikalar
pencerede diz boyu çayırla
arka bahçe

o günlerden bu günlere
siz neyi taşıdınız
ben neyi taşıdım?

vardı bir şeyler elbette
o zaman da vardı
ama Afgan şehirleri
masal olmamıştı daha
Iraklı çocuklar, anneleri...
Irak kül, Irak yıkıntı
Ortadoğu yara dünya
Şimdi gündüz sanki yokmuş
atlayıp geçiyor gökyüzü
geceler düş düş düş
yuvarlağın bir yerinde
durmadan büyüyen kara leke.
Leke haşindir, bakanı incitir
yaralar göreni
körlüğü yarattı ilkin
o yüzden medya

o günlerden bu günlere
siz neyi taşıdınız
ben neyi taşıdım?

Ziverbey köşküne bitişik duran
bir evdi İstanbul
güllerle çığlıklar arasında
körmüşüm, kördüm ben o zaman
güneş dışımızdan geçip gidiyordu.

Sıcak yapı soğudu mu
ziyadesiyle soğur
ağız sımsıkı kapanır
göz artık göz değildir

o günlerden bu günlere
siz neyi taşıdınız
ben neyi taşıdım?

Çölden toz da yağdı
üstümüze sonunda
denizler çekildi, ırmaklar soldu
toprak çürüdü

siz neyi taşıdınız
ben neyi taşıdım?

yaşlı bir şairin gösterdiği uçlar
kilise müziği, siren sesli küçük oğlan
kır menekşeleri, Halep asması
kavaklar, zeytinler, rüzgâr
hindiba toplayan çingene kızı
puhu kuşu
ağır taşlardan geçirilen su
henüz duruyorken...

bende bir gülten kaldı
hangi bağa diksem yabancı

ÇIPLAK

Hep aynı fotoğrafta hatırlanacaksınız
Hikayenizde aynı kelimeler
Yüzünüzde hep aynı kırılgan çocuk
Bildiğiniz pişirdiğinize yetmeyecek


Hayatın dudakları konuşmayacak sizinle
İçinizdeki çığlığı duyan o çocuğu
tanımayacaksınız
Kendinizi ilan ederken bir kaçak çoşkusuyla
Ardından bakacaksınız ......

Ve bir ormanı içinize çekeceksiniz
Ah o orman bir yangın olmasaydı
Ama görmeyeceksiniz ardından
Çünkü yanarken şenlik burada
Yangın var diyen çocuk olmayacak orada
Derin yaranızda kanayacaksınız....
Hızlı ve sert bir kan.....
Ve her kabuk tutuşunuzda
İçinizden fışkıracak o çocuk
sizi okşamaya geldiğinde onu inkar ettiğinizi
anlayacak ağlayacaksınız....


Ve sırları size söylemeyecek olan o çocuk
Anlayacaksınız........

Siz sadece rüyalarınızı bildiniz
Bildikleriniz pişirdiklerinize yetmeyecek
Ve ağaçtan elleri olmayacak bir çocuğun
Keşke bilseydiniz gökyüzü kendiniz olabilseydiniz....
Anlayacaksınız......

Ve bir yara asla kapanmayacak
O çocuk deşecek içinizi...
Tüm yaşlı kelimeler toplanıp bir araya
Duaya duracaklar Tanrıya




Bilmeyeceksiniz
O ve Tanrı beraber ağlayacak
Görmeyeceksiniz......

Suspus olmuş kader çarkı
arkanızdan bakacak
Ve bir hayat daha isteyeceksiniz ......
Bilmeyeceksiniz........

Anadan doğma bir çıplağı bir daha görmeyeceksiniz....

DREAM


Sana;
Maskeli rüya diyarının belleğinden okuyorsunuz şu an .Tek bir ilmek atılarak sonsuz düğümler oluşturan bir yer burası . İçiçe renklerin geçtiği herbir noktanın kendi anlamını bildiği bir yer . Rüya diyorum canım, aslolanın görünen tüm acayipliklerin yeri uykuda kaçılan yerlerden ....Bir sürü ayın bir sürü güneşin olduğu bir yer görüyorum önce,taşları üstüste koyup bir kemeri oluşturabildiğin sonra da düşünüp taşların yerini değiştirdiğinde yenisini kurabildiğin ama bu kurulan yeninin kurulacak şeyin kendi olduğunu bildiği bir yer....Her değişiminin patlamalar şeklinde yayılan sessiz dalgaları ve hiç sesin bulunmadığı bir yer ama herşeyin anlamları konuşuyor içinden ....


Yeryüzü kentlerini ucuz Çin malları ,fuzuli kadın malzemeleri ,,çorap türünden lüzümsüz pazar malları basmış meğer burası bir sonsuzluk pazılı taa ki, doğru resmi kurana dek diyor içimden bir ses .Merdivenlerin inişlerinin çıkışlara çıktığı ,çıkışlarının da inişlere vardığı rengarenk bir diyar...Bir anahtarcı yok ya da kaybolmuş bir yer kalmadığını söyleyen bir düşle konuşmak düşün içinde...Yeryüzünde görünüşe dönüşen herşeyin bu oyun ülkesinde var olduğunu bilmek . Bir sonsuzluk hazinesini bulmak türünden bir sevinç kaplıyordu heryeri...



__ Sen bir rüyasın ondan kanatsızsın ,

diyen bir sandalcı beni karşı kıyıya çeken ...

__ Senin rüyansa gerçek ondan kanatları var bir rüya yeryüzünde ancak kanatlaarıyla uçar ;diyerek devam eden bir konuşma...

___Sen rüyanın rüyan senin gerçeğin tut şu kırmızı ipi diyen sandalcının yakalattığı kırmızı ip elimde .

Bir sürü ipler var çoğu siyah ve beyaz bazıları renkli .Kırmızı ipimi çekiyorum yukarıdan,bu arada birkaç bulut geçiyor bembeyaz üzerimden kırmızı ipimin korktuğunu anlıyorum ve içinden biliyor ki o;bu ipler daha fazlasını taşımayacak sessiz ve ağır çekmeye devam ediyorum ipi. Yoksa bir düşü tanır mıyız kan rengi olmasa ipimizi dünyada diyor ip bana ve kırmızı ipim vermek istiyor kendini hissederek konuşuyoruz tabii sessizce ve tekrar sandalcının sesini duyuyorum yine....

___Sen onun rüyasının gerçeğisin ,O senin gerçekleşen rüyan ....

Sonra öylece yattım gözlerim açık bir rüyaya......

DÜŞÜŞ



Dünya nın merkezinde bir zaman var derler;derler ya ,kimse bilmez ne gören var ne duyan.....Bu zamanlar da yaşarken biz dördümüz üstümüze sır yağarken gökten yağmurlar gibi ve biz ıslanıp düşten elbiselerimizle yola düştük...Yol uzun aydınlık ve belirsizdi.Biz dördümüz aslında üçümüz çünkü biri çalınmak istiyordu başka zaman çocuklarınca.Ölmeye giderken biz ,ki; aslında doğmaya; üçüncü çalınmışken ve onun adı firariyken tam da bu zamanda işte biz üçümüz ve firari aynadan bir yolda yürüyorken,dünyanın merkezinde parçalandı aynalar aynı anda bizde parçalanırken......
Ben , içimdeki firari ,firari ve içindeki ben ....Etimiz ,kemiğimiz ,kanımız ,gölgelerimiz ,tenimiz ,firarinin çatma kaşları ve benim nardan kalbim ve onun aynadan gözleri ve kanatlarımız ,kapkara kuyularımız saçımızın tutamları ve benim yosundan ışıklarım her birimiz aynanın parçalarının üzerine düştük.
Düştüğümüz yerde bir birine geçen karanlıklar ,ışıklar,kanatlarımız ,düşten elbiselerimizin ipek lifleri,nar taneleri,ayna parçaları ,kaşlar,kan ,et ,tırnak,içimizde okunmuş okunmamış ne varsa....... Onlar da düştü....
Öylesine düştük ki;Her parçamız canlıydı ve ilk ses ondan geldi....... Sen kalbimdesin unutma.....
Öylesine düştük ki ...... İzleniyorduk.....Kaderin kaleminin ucundan....

KAYBOLUŞ


İçimden hangi taşı kaldırsam ,altından çıkan KAYBOLUŞ........


SAVRULDUK!bir yerlere....


''insanların yüzlerine vurulacak sözler

ne benim kadar açık

ne benim kadar günahkar.....''


DÖNDÜK! bir yerlere......


Geçmiş ,şimdi, yarınlar

birbirinin içinde

''Serseriler gibi gittiler ,gelmediler''


Önemi yok yılları beklerdim sokak lambasıyla ve önemi yok;


''yaşı belirsiz

gözleri renksiz

boyları tutarsız insanların

bir gelip bir geçişi yanımdan''


Kayboluşşşş.............



Sen durgun ,batık bir öfkeydin kayboluşun ortasından


Ben hiç böyle kaybolmadımm.......



Her sabah akşamın kavgası beynimde ,,, içim denizzz içim yok



Hey !!! Size söylüyorum korkakça

Hakikati bir kabahat gibi saklayan sizlere.


Suçluyuz! Suçlusunuz!


Biz onunla İstanbul gibi kaybolduk ......

BAHAR


Dünyanın dışına (içine)adım attım kendiliğinden günün birinde .Bir daha geri dönemedim.İlk ben okudum söylemekte gecikmedim.Yıllarım karşılıksız sorularda yitti.Sineye çektim.Küçüktüm evet .Saçlarım benden ayrı büyüyorlardı ellerim hiçbir oyuna dahil olmuyorlardı.Ayna da içimi kaybettim o günden beri içsizim.Görmediğim ,gitmediğim ,tutmadığım yerlere varmadan kokluyordum.Gölgelerden sınıfta kalan çocuklar tanıyordum bahçede oturan.Yüzlerinde koyu karanlıklar taşıyan.Neşeyi minik çicekli bir ceket sanan bir çocuğu görüyordum eskiden kalan..Gölgemi çicekli bir bulut sanıp salıverdiğimi anlayacak olan ...
Yazdım evet , ne yazdımsa başıma geldi .Küçük parmaklarımla kaderi yazdım bugünlere dek. Artık ellerim hiçbir oyuna dahil olmuyorlardı.Öylece bir şiire takılıyorlardı.Ütopyamı Şirin Baba'dan öğrendim.Ütopyamdan çöl sıcağı boranım çıktı kendi kaderime .Hep bir bahar gelsin istedim ağaçlarıyla yemyeşil Oysa ben hep bir kışta asılı kaldım...

SOL GÜNEŞTEN BİR DAMLA



Gündelik bakışın ipekten kentleri, yalnızca bizim belirlediğimiz bu kentler arasında şimşek kanatlarından köprüler vardı...İçimizde ne varsa bir süre şenliğe dönüşmeli ve yüreğimiz sevinçle dolmalı ki;ancak herşey kendi imkanlarıyla varolduğunda görkemi de varlığı da ondandır....Biliyorum şiir ölümümü çalacak benden. Gökyüzü gergin ,takım yıldızlar ürkek.. Yalnızca bir benzerim ,bir yoldaşım beni bu rüyadan çekip çıkarabilir , şiiri tetikleyebilir ve eski çölün sınırlarına sürebilir beni ....

Şiir toza dönmüş bir karanlıktır?Çünkü şiir yuvaya dönüştür ve bir hatırlayıştır.... Şiir ışığı yakalayıştır ,varlığın kahkahasıdır.....Ondan keşfini tutmaz elinde sonsuzluğu da ölümü de aynı bundandır...


Döllenen toprağın hüznüdür şiir ,yağan bir gökyüzüdür şiir ....

Tohumu içine alan toprak hüzünlü,onca şeyi göze alan tohumsa mutlu....İstiyorsunuz ki ,sizi seven kadınlar merak etseler de tanımasalar sizi . Onları sevdiniz herzaman....
Işığın yaşı vardır
gecenin yoktur oysa....

İstek kimbilir ,ne görünmez yolların içinden geçerek dem vuruyor...Keşfedenin tersine,kişinin şeylere eklediği ,varlığına söylediği ,fısıldadığı içinden göremediğinden kendi kendi yüzünden....

Billur ses,haz kulak henüz doğmamış karanlık bir rahimden....Kan damlası düşmemiş cana can katan yaradılış masalından ve Tanrı henüz seslenmemiş ,henüz çağırmamış....
Şimdi içimdeki parçamdan bir rüya kadar uzaktayım ancak... bir yanım acıyorsa da .....İlkin mal olmuşların dünyasında incecik bir ses oluş vakti...Dürten ,rahatsız eden sana kendi şiirini hatırlatan ...

Zaman bir an da çağıracağı kuşları büyütmekte ... Diğerlerine herkes ,onlara sen demekte.... sen yani ben demekte...Bulutun yanında kalın çünkü bulut büyümekte taptaze güneş yorgun demetleriyle karanlığı delmekte......

BEYAZ




Tepkiler bir insanı en güzel anlatan durumlardır.Bana da her insana öğrettiği gibi şu hayat kitabı tepkileri okumayı öğreteli çok oluyor.... Sanırım insan en çok da kendine göre ;öğreten hissetiren düşündüren tepkileri seviyor.Zaman denen şey çok boyutlu bir kavram .Bambaşka bir durumun içinde ilk kez olduğunda onu nasıl anladığınla ilgileniyor.Zamanı avlamak arzusuyla yanıp tutuşanlar olabilir . Ancak zaman sadece kavranabilir derim bu ana dek anladıklarımdan.Herkesin o en ince tarafının bir ucuna dokununca ortaya çıkan kendi tepkisini anlamak gibi bir derdi olmalı bana göre. Ki ,bu da kendi içinde öteye gidebilmek anlamı taşır; tabii bu tek taraflı olunca insan yine kendini yalnız hissedebiliyor.Siz karşı tarafı anlarken hissederken ve bunu tezavuyla dile getirirken ben dememişmiydim tavrı suratınıza da çarpabiliyor bazen.O zaman o çabayı tek başınıza verdiğinizin tam da resmini görüyorsunuz karşınızda .Oysa öyle içten anlamışsınızdır ki hissetmeye dönüşmüştür içinizde ama bunu anlatamazsınız.Bunu nasıl anlatırsınız ya da .Siz anlatsanız bile karşınızdaki nasıl anlar .Herkes kendi kitabından okuyor sonuçta .
Kimse kimseye bişey anlatamaz yalnızca zamanın rehberliğinde akarsınız ve buna dayanabilenler onunla karşılaşırlar bir gün belki...Benden öte bir benlik duygusunu bırakın bulmayı hayal etmesi bile zordur pek çoğumuz için.... Bir hayalim ,bir düşüm uğruna suskunluğumun kapılarını açmışım söylenmez sözleri yazmışım ,onu ben bilmişim içimden...Onlar benim yuttuğum kelimelerimdir....

BASİT

Eskiler serin bahçe taşlıklarında ,saksı çiceklerinin arasında ,bahçeyi yıkayıp birer türk kahvesini karşılıklı içmenin keyfini çok iyi bilirler.Arada bir bir yolcu gibi uğrayıp bu serin hayatların arasında nefes alma duygusunu da bizim kuşaktakiler bilir.Bir bahçenin serin,yeşil ve ferah duygusu ;yeni çekilmiş taze kahve kokusu o hayatın çölleşmiş duygusunun yanında adeta bir vaha gibi kaçılacak en sağlam yer olduğunu anlama duygusu bambaşka bir huzur verir....
Uzun zaman yol yürümüş bir yolcunun ;soğuk havaya da kızgın güneşe de dayandığı düşünülürse bir bahçeye olan özlemi anlaşılır bir şeydir.
Bir yer var basit bir sırrı olan;yalnız gidişleri bilen dönüşleri bilemeyen.
Renkli kesme camdan capcanlı cam fanuslarda mumlar yakılır akşamüstleri ve tarçınlı tütsüler genzi yakan.Bir dem konur ki çaylara,ince belliden büyükçe bardakları olan işlemeli porselen tabakların yanına.Kavrulmuş ceviz kokuları eşliğinde cevizli lokumlar taze çıkmış fırından. Her duyan gelir çağırmaya lüzüm yok, her gelenin buyur edildiği akşamüstü sofraları....Çocuklar çığlık çığlık ,koşa oynaya o bolluk ve engin huzurun içlerinde bir kale olacağını bilmeden o yıllarda...
Kardeşlerim ,hayat dostlarım ,beraber büyüdüğümüz ,ağlayıp güldüğümüz...Sizde mi savruldunuz mutluluk arayışı kavganızda bilmediğiniz sulara?...
Bir yer var ve basit bir sırrı ;yalnız gidişleri bilen dönüşleri bilmeyen....

GÖÇ



Oba'ya

Gecelerin kaydı tutulmaz ,çünkü yoktur birbirine bağı.Çöktü mü karanlık labiretine düşersin hayatının .Gündüz gözünden daha hakiki labiretine .Doğru yolu bulmak için kaybolmak gerekir ama boşuna da kaybolmazsın .Labiretini bulan çıkışını da bulur herzaman. Ruhunu biçer ,ruhunu diker gökler kaybolduğunda .Senin biçimini kaftandan ,hiçlikten ,karanlıktan biçerler ve incilerini yıldızlardan dikerler.Acır ruhun iğnelerden bazen ,bazen hoyrat makaslarla keserler seni.Seni senden biçerler...Nurdan bakışlarla taşlar işlerler üzerine.Mavi atlastan elbiseni sana bir çeyiz gibi hazırlar gökler ,diyebilmen için;kendimi getirdim sana .....
Ve hazırsın göçe karanlıktan ışığa .....Ve göçerken İnsan ,Tanrı Onun'la titrer.....

YÜZ/LEŞ/ME


Muamması kendinden
Mahşerin yol haritası saklı alnında
Ki ,döngünün dönemecin sol ötesinde
Bir aynanın dipsizliğinden
Kopup gelen bir yüz

Ellerinden söküp çekip çıkarılmış
Dünyanın gayya kuyusunda
Simurg un ayna korkusunda
Durmadan içine dönen bir yüzdür

Meczup illaki çöl dinginliği taşırsa
Muamması kendinden
İlk kez soyulursa katlarından alem
Aynadan kopup gelen bir yüzdür

Bir anlam uğultusu
Bir kalp mıknatısı
Yıkanıp arıtılmış gelecek zamanlardan
Ki gelecek geçmiştir aslında
Söz verilmiş o andan bir sözleşmedir

Tüm zamanlardan ,uzun yollardan hiç yaşlanmadan çıkıp gelen
Bir yüzdür ....... İç yüzün....

MIRROR




'' Şatonun oniki ayak yüksekliğinde bir Venedik aynası ile süslü olan salonuna gitmeye karar verdim.Soğukkanlılığımı korumak için yanıma İdris'ten bir cilt aldım.İçinde dünyanın yaradılışı ile ilgili şiirler vardı.Aynadan çok uzağa oturarak yüksek sesle okumaya koyuldum.Sonra durup sesimi yükselterek Thamim'lere bu harikalara tanık olup olmadıklarını sorma cesaretini gösterdim.O zaman Venedik camı duvardan ayrılarak önüme geldi.İçinde ikizlerin memnun bir hava içinde bana gülümsediklerini ve gerçekte de dünyanın varoluşuna tanık olduklarınıve herşeyin İdris'in dediği gibi olduğunu bana göstermek amacıyla başlarını eğdiklerini gördüm''

Jan Potocki

30 Mart 2009 Pazartesi

JOE



Bugün bile hala akşamüstleri yürüyüşleri yaptığımda ,elimde pamuk şekerle dolaşan pembe gülüşlü bir çocuk edası taşıdığımı düşünüp için için seviniyorum.Aynı duyguyla merak ve yanılgılara açık ve tuhaf bir tutkuyla bağlı olduğum ;birleştirici ,olumlu, bir gözlem ve sezgi gücünün içimde yaşadığını bilmek duygusuyla yaşamı öğrenmeye devam etmeyi seviyorum en çok.Çevremde dolaşan efsaneye karşın nedense gençliğe fazla ilgi duymamışımdır.Özellikle de kendi gençliğime... Yaşamın bu çok abartılmış ,çabuk kırılır ,dengesiz ve cilalanmış dönemi bana çok biçimsiz gelmiştir.Oysa bugün neysem yirmisinde de oydum tek farkla;aynı kıvamda değil!O yıllarda ,ülkemin geçirdiği köklü değişim denekleri gibiydik bizim kuşak gençlik...Tüm zevklerin gereken ilgiyi gördüğü ,ithal malların yeni açılan mağazalara girdiği yıllar.... Biryan kazandığımız gibi görünen ,bir yandan yerine artık koyamayacağımız değerlerin kayıp yıllarının atası bizim kuşak...İlk Lewis kotlarımıza sahip olup ,arkadaşlarımızla diskolarda çay partilerine gittimiz komik yıllar :) Bir yandan da tutkunu olduğum matematik ve sanat üzerine ilk düşünmeye başladığım yıllar.... Bu birbirine zıt görünen iki alanın zihnimde birleşeceğini o yıllarda bilmiyordum henüz.Aslında bugün bakıyorum da ,bu değişim yılları tuhaf bi iz ve aslında biraz da yalnızlıklar bırakmış peşinden bazılarımız için.Plastik torbaları hala sevmiyorum ve artık kaçamıyorum da ...Çünkü kese kağıtları yok oldu ....

Akşamüstleri babamla elele alışverişe gittiğimiz , o ilk çocukluk günleri bu kadar güzel bilgileri olan bir adamın babam olmasına şaşırıp mutlu oluyordum. O ,bize özgür düşünmenin çatısını kuruyormuş oysa ki...Aramızdaki baba çocuk ilişkisinde birbirimizi pek de incitmedik ...Yoksunluklarımız vardı tüm ülke gibi,ama biz zengindik çünkü onun büyük kalbi vardı üzerimizde....Daha sonraları üniversite yıllarında onlardan ilk ayrıldığım da bunları hiç tanımamış duyumsamamış insanlar tanıdım.
Öğrenme ve deneyim konusundaki düşünceler beni hep meşgul etmiştir. Öğrenme tutkunu biri olarak .Yalnız bir şey var ki;yaşça kendimden büyük olan insanların çok azında bişeyler öğrendim yaşamla ilgili daha çok onları dinleyerek ve gözlemleyerek ne yapılmaması gerektiğini farkediyordum içimden.....Daha sonra ki yıllarda ;insan zaaflarının nasıl da birbiri üzerinde ayakta kaldıklarını gördüm .... Zaaf bir yanıyla sevilen bişeyi işaret etse de ;kendini ve birini yaralayan bir olgu ve bir yetişkin hastalığı ....Bir çok insandan üstün olduğunu bildiğim bir tek şey var kendime karşı daha özgür ve daha uysalım... Kendimi böyle hisssettiğim anlarda kulağıma tatlı bir flüt sesi gelir sanki çocukluğumdan....Do bir kulah dondurma,re masmavi bir dere,mi deniz de bir gemi fa..........

ÖTESİ




Bisiklet,hiçbir çocuk için sadece bisiklet olmamıştır.Bazen bir ödül,bazen bir hayal,bazen sevinç ve bazen de rüyadır...
O mahalle arkadaşlığının en güzel sorusudur ''bir tur binebilir miyim ''sorusu.Çocuk dünyasının bu fiyakalı aracı bizim yıllarda kıpkırmızı bir pinok'yoydu.Uykuya dalıp uyanınca sabah kendisinin de olacağına inanılan bişeydi...Doğru düzgün sürmeyi öğrenene kadar çok kereler düşülüp,yara bere içinde kalınsa da ,hiç pes edilmemiş bişeydi o gıcır gıcır haliyle.Hep ne de olsa bir kere öğrenildi mi, bir daha unutulmayan bişeydi kendisi.Ama asıl düşmemeyi sağlayan şey hep ileriye bakmaktı.....
Bir masal aletiydi bu haliyle bisiklet.Hep ileriye bakacaksın....
Çocukken bir yönüyle arkadaşlar arasında prestijli bir şey olsa da, gençlik yıllarında romantik bir anlama bürünür.Hep film karelerinde bembeyaz etekleriyle ağaçlı bir yolda ilerleyen uçmasın diye, bir eliyle şapkasını tutan bir genç kız fotoğrafı hatırlıyorum.Oysa küçük bir erkek çocuk için ,hayata meydan okumanın ilk işaretleriydi bisikletin üstünde uçarcasına gitmek.Onun üstünde gitme coşkusuyla bambaşka hayalerinin de ilk masalıdır.Ve o bisiklet tutkusu,o masum tekerleklerden başka hayatta varolma ve sahip olmak hazzını ona ne verebilirdi ....Çocuk dünyası sahip olmanın duygusunun en yalansız ve en masum halinin tek yeridir.Padallar çevrilip hep ileriye bakılınca ilerlemek ,gitmek ve onun üzerinde en çok da kendi olmak vardır.Aslında bugün bile bisiklete binip kısa bir tur attığınızda çocukluğunuza dönmemek işten bile değil.Bir nevi bir zaman makinesidir sanki dönen o tekerlekler .
Tekerlekler döner döner siz ileriye hep ileriye gidersiniz.İnsanın gerçek gücünün kullanıldığı bu şahane araç bugünlere ne şekilde gelirse gelsin ,değişmeyen tek şey onun üstüne bindiğinizde özgür bir meydan okumaya atılmış ilk pedal seslerinin içinize dolmasıdır.Ve gerçekte de, bunu en iyi bir çocuk anlar.Çünkü uyuyup uyandığında ,bir gün kendisinin de bir bisikleti olacağına sadece bir çocuk inanır....


BULUNTU

İri bulutların gölgesiyle boyutları şaşırtmak
Göğü çizip boyamadan andırmak
Yakın sonsuzluğu-derinliği duyumsatmak
Bir manzara:yeryüzünde olmayan bir tür.Bir hayali...

Bir boşluk.Geometrik
Kızıl gezegenenin şiir olarak atmosferi
Yitirilmiş yeşiller gezegenine
Uzaydan (dünyadan)indirilişi Ağaçların....

Evet! Bütün kainat yeşerecek
Suların geldiği bakir ülkeden
Ağaçlar da gelecek!



yazarı bilinmiyor//1997 İstanbul


AN/LI/YORUM




Kelimelerin yoğunluğu arttıkça basitleşir cümleler ,yalınlaşır ,incelir.En az sözcükle en çok anlama bürünür Bazen derin bir suya baktığında öylesine bir söz edersin belki öylesinedir ama içerden seni anlıyorum dersin... Burası esrarengiz şuur ve idrak yeridir çünkü.Bazen demek istediklerimizin içeriğini bir tarafa koyup daha yakından başlamak söze gizli bir anlaşmadır aslında hiç dile gelmeyen .Sadece seni anlıyorum demek için en basit sözcükleri dizmek kendince ... Belki de bir tarz bir anlayış bir yaklaşım ama daha çok bir bilinç bir şuur ve idrak ....
Bazen o sözcük tanecikleri anlama tepeleriyle buluşmazlar ne kadar anlatmaya çalışırsan çalış... O zaman anlıyorum demek için sezmenin üzerine bir de ortak bir bilinç koyabilmek gerekir belki de...En yoğun sözcükleri ,en uzun cümleleri ,en vurucu tonlamaları insanlar hep kendilerini doğru anlatma çabası için vermişlerdir....Ama ya sadece anlıyorum bilgisine ,hissetme bilincine noldu nereye kayboldu gen haritamızın içinden .Çünkü insan bilinci salt bilgiyle parçalanmıştır ve parçalamaya devam etmekte hala....
En gerçek anahtardır en basit sözcükler duyguları anlamanın çoktan kabul edilmiş halidir derinlerde .Ve gizli bir anlaşmadır bu haliyle gözükmeyen .Sadece basit bir kelimedir anlıyorum demek ....

ÇİÇEK


O ses ben çağırdığında ,yaşamda çok gerçek bir uykunun tam ortasındaydım....Henüz yaşamın kendi sesini duymaya başladığımı bilmezken....

Sen.... Yaşamın Efendisi....

Bir yalnızlıkta bana eskiden gelen o küçük sesi verdiğinde senden uzaktım....
Ama düş içinde sen de benden uzaksın....


Ve birlikte dalgalandık
Sessizliğin içinde
Bir lotus yaprak açıldı başka bir dünyaya....
Boşluk.... Korkunç boşluk.......

yalnızca ikimizdik....sessizdik...
yaşam düşten ibaret ,gördük irkildik.....

Sana doğum öncesi.sancı öncesi düşümüzü yazdım;sayfalar sayfalar....
En derinde bir yerde sadece ona sarılıp uyudum bazen....

_biliyordum hatırlayacaktık

-biliyordum herşey eskisi gibi olacak...


Büyüyordum kocaman hayvanların gölgesinde büyüyordun....
Şarkılar karşılayacak yeniden doğumu
Günü doğuran o ilk sesle.....

Hepimiz uykudayız ,düş bu dünyada
Biz düşten çıktık sustuk.
Hakikat oradaydı dokunmaya korktuk...

Düş burada bu ilkel yaşamda
Beni eski dünyaya çağıran Tanrı'nın Sesini duydum
Hiçbirşey yokken ,önce düşler vardı....

O benim yolum oldu ....Çölden geçerken....


O eski kitapta herşey
Dinle!!!Hisset!!! Varet!!!
Uykunun prensi .... Sen uyurken herşey uçar
Uçan herşey düşüm olur ,bana değer bilmezsin....

Bak bir oğlan uyuyor suda sessiz....
Onu suda taşıyanlar var...Ve bizi selamlayanlar...
Dört fil taşımıyorsa da dünyayı ;dört köşesinden tutanlar var....

Ve dönüş ,baş döndürücü beyaz dönüş ....
Ateşten kuşları vardı bakışlarının
Bir nehre uğurladık henüz doğmamış çocukları....

Bir antlaşma düşlerle
İnsanoğlu alıp başını gerçeğe mi gitsin ,düşlere mi...??
Ve bir kadın tüm çırpınışlarını döküyor sayfalara sayfalara....
Gerçeği ararken bulduğu düşlere....

Bir gün bir rüya gördük sözetmesi zor
Öncesinde hiçbirşey yoktu....
Bir kuşla savaştık boşlukta
Ve biz o kuşu sevdik demek için
Geç değil uykudayız geç değil...
O zeytin diker ,ben ipek dokurum....

Artık boşluğu kanatmayın....

Tüm yaşlılar bilirler acıları...
Tüm vahşi hayvanlar ve çocuklar da...
Sadece cezbe sarhoşluğu bilmez alınmıştır acılar ve kilitlenmiştir içeriye

Herşey hatırladığım gibi aynı
Sessizlik ,acılar,düşler ve çiçekler....
Yakarışlar aynı hatırlasana....
Sessizlik cevabı söyler daima....


..............................................................
...........................................................
........................................................
...........................................................
..........................................................
.........................................................
.........................................................

ÜŞÜME /K



Bir bavul dolusu kendim
Fermuarı çeksin üstüme anlam
Öylece sığarım bir bavula
Sonsuzluğa sığarım
İçim içime sığar

Nasıl olsa yazıldı denklem
Görüldü rüya
Delindi karanlık
Islandık......


Suda yüzdü kuşlar
Kumda avlandı balık
Denizi geçti sürü
Uçtu kelebek ayak izlerine

Salıncakta küçük kız
Elinde elmadan şeker
Üşüdü ay,yandı güneş
Sallandı salıncak

Nasıl olsa yazıldı denklem
Görüldü rüya
Delindi karanlık
Islandık....

27 Mart 2009 Cuma

22 Mart 2009 Pazar

MEMORİA

Bir masal kuşu tanıdım içimden uçan
Kelepçeli bileklerden adı sorulan
bir karanlık kuş


Beyaz bir bebektim
Kızıl bir dizeden kimsesiz olan
Bir şair değil bir şiirim
Anlayanın kalbinde yuvalanıp varolan...

21 Mart 2009 Cumartesi

İNİŞ

İnmek !!! Şehrin merdivenlerinden en alt kata...Helozonik birkaç kelimenin içinde kendine yer açmak oturmak ;nefessiz ,sessiz...Tüm sistem dişlileriyle işler durumda kolonlar ve kirişleriyle askıda hepsi.Bastığında açılan perdeler ,bastığında kapanan ışıklar .Bembeyaz bir ışık süzer buralara odanın orasından burasından dökülen, yenmiş şeker kağıtlarıdır bir zamanlar ki yaşam ve kaybolmuş koldüğmeleri ,ipten bebekler,cam kırıkları,kırmızı papuçlar ve boş ayakkabı kutuları içinde ışıldayan bir odadadır özeti.Hergün yeniden serilen çimen rengi tertemiz çarşaflarda dalınan uykular ,radyoda çalınan en son model şarkılar -mış ...
Ansiklopedi ciltleri gibi özenle yerleştirilen kalıntıları çizimlerin ,resimlerin ,şiirlerin .... Bir eski biblodur resmin içindeki .O gün çekilmiş ilk ve son fotoğrafıyla ....
Veeee hayattt .....

14 Mart 2009 Cumartesi

Besteci si tarafından sağırken bestelenmiş senfoni

"sen ey tanrılar alevi ey eliziyum kızı
biz mabedine gideriz mest olmuş halde senin
adetin ayırdığı şeyler hep sihrinde gizlenir
daima kardeş olur insanlar gölgende senin


medeniyet insanlığa güneş gibi nur saçar
bilgimizin ışıkları karanlıkta yol açar
bu yol bizi mutluluğun kucağına götürür
neş’e ile bağlı dostluk insanlığı yürütür


kardeş olun ey insanlar bunu ister tanrımız
bu dünyada her şey geçer en son sana dost kalır
insanlığa doğruluğa göğsünü aç korkmadan
hür doğmuştur insanoğlu hür yaşamak hakkıdır"

friedrich von schiller'in neşeye övgü

LUNA


Ay hayvanları çok su içtiklerinde kristaller kusuyorlardı dünyaya doğru ,kristaller dünyaya doğru yanarak indiklerinde birdenbire ateş kuşlarına dönüşüyor....Ateş kuşları kimin kalbinde yuva bulabileceğini hızla görüp öylece yuvasını kuruyorlar.Hep o ay hayvanları ateşin sahipleri;kristale döndürmek için onları yeniden ve kristalden sözcükler söylemek yeniden aya karşı.... Ancak öyle veriyor o ay hayvanları sonsuz ay suyundan kalplerin derinlerine ....O denizin içine de kristallerden yıldızlar ve rengarenk balıklar kristalin tüm renklerinden....

13 Mart 2009 Cuma

BİOTA

Merhaba ,dostum v.s diye başlayabilir bir mektup ,gerçi çoğu zaman Sayın diye başlıyor yazdıklarım fakat sana yazılıyorsa...

Bir karşılaşmaydı iki kişi tesadüfen ...Her tesadüf gibi yaşamın en kaçınılmaz parçası oluverdi .Hatırlamaya devam ediyorum şu an .Herşey tam gerektiği gibi yaşanmaya devam ediyor.Ve yine karşılaştık aynı yerde .
Yaşamın hep iki ucu oldu benim için . Bir uctan öbür uca göz süzmeler ,bakışlar ,bazen öbür uctan diğerine sataşmalar ....Yalnız ve anıtsal bir yaşamı varederken en büyük eğlencem aradaki büyük boşluğa bir taş atmaktı yalnızca ....

Bazen ne renklidir yaşamak o müziği dinlemek için hiç çaba sarfetmeksizin oturup kalınabilir o an . O zaman kendmi farkederim bir kalem vardır ,belki de kendime yazmaya devam ederim...
Mavidir bu hava çoğu zaman .İçinde eğlencenin ,kargaşanın ,çelişkinin hiç bitmediği bir yer .Tıpkı ........
Bana kızıl siyah bir mektup fırlat bu kalabalık yalnızlığın ortasından .....
Nereye?
Sana

EY ÖBÜR UCU YAŞAMIN ORADAN GÖRÜNÜYOR MUYUM ?

LOGOS

tutulabilir en gerçek şey zamandır gerisi tamamen illüzyondan ibaret......

12 Mart 2009 Perşembe

UNA (HİÇ GÜNLÜK YAZMAMIŞ BİRİNDEN)


Karanlığın mor gözlerinin aralığından bakıp sinsice gülümseyen biri...
ve o düşlerde kalan yıldızların hepsinin aynı anda kaymasını izlemek...,,
parçalanmamış ama ayrı düşmüş bir ruhun can çekişmesini gözlerken acı duymak
ve bir kadar bütünü özlemek ....

sadece anda yaşayan bir ruhun ben demesinde
bir suyun akışındaki coşkusunda kendini bulması
bir toz gibi savrulmak ,dünyaya karışmak yeniden


ve gitmek gitmek gitmektedir seçim
oysa bir korkuyu ikiye bölebilmektedir an
an be an irkilirken
labirentin tek duvarını takip eden bir bulucudur
bir iz arayışıdır aşk...bir avcıdır aynı avda vurulan

ve tek olmaktır parçalanmış dünyaya karşı
bir korkunç kuş çığlığıdır
bir o kadar dirençli bir o kadar kırılgandır

belki gömülü bir kitaptadır henüz gün yüzüne çıkmamış
ve hayatı anlatmaktadır yeniden yeni bir dilden
konuşan insan değil aşkın kendisi
çünkü varoluşun şiiridir aşk...

POEM


Zaman bazıları için farklı geçiyordu. Zaman ağır ilerliyor .... Zaman durdu ve düşündü ...
Birkaç dakika bir kaç yıl bir kaç an sürdü... Acıdı çok acıdı zaman kanadı...
Bir yüzü karanlık bir yüzü ay ... Yaşama gölgesi düşen zaman ... Ah zaman...?
Durdu... Birkaç dakika düşündü ya da an ya da binyıl ....Sonsuzlukta zaman diye bir kavram yokmuş... Sonsuzluk bir anmış ancak rüyanın sığabileceği kadar ....
Bazen bir karadelik oldu yuttu herşeyi ağırlaştı,bazen hafifledi ipekten kanatları oldu ,bazen bir düş bazen sabır oldu ....
Zaman büyüdü, irkildi ve şiir oldu....

Bir kum saatinden aktı,ince imbiklerden geçti,ağır yükler olup halatlar çekti ... Zaman sabır taneleri oldu oltu taşlarından,pencereden akan geçen hayatlar kimileri için ümide bakan yüzler ya da ümitsizliğe kararmış kalpler oldu . Mevsimler oldu,müzikler oldu ,imkansızlıklar oldu bazen . Sabır oldu sabırsızlıklar olunca bozdu dağıttı bazen yıktı geçti .Geçtiği yerlerde bıraktığı izler oldu derinlere gömülüp uçurumlar oldu .... Kimileri için yaşama bağlanan anlar kimileri için yaşamdan kopan halatlar ....
Zaman bilinmezlik ,ulaşılmak istenen ve sırlarını vermeyen oldu .....
Ve zaman içinden geçilebilen bir yer oldu artık .......

11 Mart 2009 Çarşamba

FATUM


__ yüzünü yiteren yitirir kendini de...


koro:

öldürmeyin bizleri
öldürmeyin...


ve koro bilir herşeyi Antik Yunan dan beri...

Aşk doğuramaz bebekleri ... Ah bebekler ölü bebekler
onlar canlı kelebekler....


hamile bir rahimdir kainat aşkta...
Boşlukla dokunulmaz ... Doluluğa hazırlanır....

koro herşeyi bilir...
bütün yol göstericiler gitti koro da son sözlerini etti:

yalnızsınız yalnızsınız......

biz seninle bir zamanlar yanılgıyla ,inancın ormanlarında elele kaybolduğumuz haritalarda içiçe kaynar kanardık.......


__Ne demek elele kaybolmak ?


__Tanrının ışığı yaktığı anı gördünüz!
__kördünüz ve sağır
__yüzünü yiteren yitirir kendini


Günaydın düşüm benim tek şahidim kendim yaraladık kendimizi ve yakaladık birbirimizi......

10 Mart 2009 Salı

GÖLGE OYUNU


yeşil durgun su kılığında getirmeden önce saklı hikayeyi

Doğudan batıdan herbir yandan
En gizli kavramların
En derin mağaralarından
Herbir yandan her yandan

Kaydı yok hiçbir yerde işlenmemiş
tutulmamış //unutulmamış

serin bir gölge eşliğinde getirmeden önce uykusuz halimi

Kayıtdışı bir yaşamın topraklarından gökyüzünü görmekti herşey ..

Hiç önemi yok başıboş çilenin ....
İlk gün nasıl baktıysak hep orada kaldık...
Seni en çok orada barındırdık en çok orada yalnız bıraktık...

Biz ikimiz eskiden küçücük bir zarfın içinde yaşarmışız
Işık sızarmış sayfalara ....

sevgili gölgem sarıl kendine............






Kendi masalını kendine anlatmayan hayatı anlatmasa da olur ...Tek kitabımız odur ....